31 Aralık 2011 Cumartesi

KİTAP ÖZETİ




SATAN REKLAM YARATMAK
LUKE SULLİVAN

ÖZET

Okumuş olduğum bu kitapta Luke Sullivan, bir reklam yazarı adayının reklam ajansında içeri adımını attığı andan, hazırladığı kampanyayı sonuna kadar geçireceği tüm aşamaları ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Bu kitabı okumadan önce hiçbir bilgiye sahip değildim. Fakat okuduktan sonra bir çok bilgi edindim ve bu mesleğe daha sıcak bakmaya başladım.
Kitapta tek başına çok da işe yaramayan yaratıcılığın “satan” reklama dönüştürülmesindeki tüm incelikleri, yaratıcı yönetmen, müşteri temsilcisi ve müşteri ile baş edebilmenin tüm püf noktaları anlatılmıştır.

Kitap 11 bölümden oluşmaktadır. Kitabın bölümleri şunlardır;
1.BÖLÜM: Satıcı ekose giymek zorunda değildir. Satış için varınızı yoğunuzu satmayın.
2.BÖLÜM: Sivri uçlu bir kurşunkalem daha fazla işe yarar. Başlama üzerine bazı düşünceler.
3.BÖLÜM: Temiz bir sayfa. Etkili bir reklam yapmak.
4.BÖLÜM: İşi alır almaz yazmaya başlayın. Bir reklam yapmak üzerine küçük ayrıntılar.
5.BÖLÜM: Gelecekte herkes 30 saniyeliğine ünlü olacak. TV reklamları üzerine birkaç tavsiye.
6.BÖLÜM: Radyo cehennemdir. Ama ateşi yakmaz. Zor medyada çalışmak üzerine birkaç tavsiye.
7.BÖLÜM: Toto, içimde bir his var, sanki artık McCann-Erickson’da değiliz. Sıra dışı olanı keşfetmek.
8.BÖLÜM: Sadece iyiler genç ölür. Reklamcılığın düşmanları.
9.BÖLÜM: Öldürücü darbeler. İşinizi sunmak ve savunmak.
10.BÖLÜM: İyi bir portföy, iş dünyasına girmek üzerine bazı düşünceler.
11.BÖLÜM: Ayakkabı yapmaya karşılık ayakkabı reklamı yapmak. Bu harika bir iş değil de nedir?

Yazar ilk bölümde bir reklamı satarken onu gerçekten satmak zorunda olduğumuz için değil de, müşterinin işine yarayacağına inandığımız için satmamızı önermiştir.

 Yazar bir reklam üzerine fikir yaratırken 4 aşamalı bir süreç ortaya koymamız gerektiğini belirtmiştir. Bunlar;
-Konuyla ilgili mümkün olduğunca bilgi toplamak, okuduğumuz bazı önemli olan yerlerin altını çizmek ve karşımızdakine sorular sormak.
-Oturarak ve aktif olarak konuyu araştırmak.
-Her şeyi bırakıp ve alt beynimizin konu üzerinde çalışırken, bizim gidip tamamen başka bir şey yapmamız.
-Fikrimizi ve düşüncelerimizi nasıl uygulayacağımızı bilmek.

Bunların dışında da yazar; reklamın büyük bir iş olduğunu ve hata yapmaya gelmediğini belirtmiştir. Yazar, reklam yazarı olan Tom Manahan’ın “ Reklam, iş dünyasının rock’n roll’udur.” sözüyle de bunu doğrulamıştır.

Yaptığımız ve yapacağımız reklamlarda insanların ilgisini çeken bir şey olmalıdır. Her zaman, her yerde reklamımız önem taşımalıdır. Reklamda tüketicinin istediği ve isteyebileceği şeyler sunulmalıdır. Özellikle söyleyeceğimiz şeyin önemli olmasına ve müşterinin ilgisini çekmesine dikkat etmeliyiz. Yazar reklamcılıkta, yaratıcılığın  her durumda problem çözücü olduğunu belirtmiştir.
Sorunu olduğu gibi ele alırsak bazen cevabın kendiliğinden kendini göstereceğini vurgulamıştır. Ayrıca “İyi ifade edilmiş bir problem yan yana çözülmüş demektir.” sözüyle bunu onaylamıştır.

Yazar okuyucuya ürünün nitelikli olarak sözlerle anlatmak, asla bunu göstererek anlatmak kadar etkili olmayacağını belirtmiştir. Bununla birlikte yaratıcı kişiler hayal güçlerini daha iyi kullanırlar.
Ürünü daha canlı, daha inandırıcı, daha ikna edici hale getirmek için düşüncelerini, fikirlerini, yazdıkları her sözcüğü ve çizdikleri her satırı kontrol altında tutarlar. Reklam yaparken bunu müşteriye sunarken, yalın olmak her zaman en iyi yöntemdir. Yalınlık her şeyde geçerlidir. Örneğin yazar ; “Radyo reklamınızda tek bir kişi olsun ve 40 sözcüklük bir şeyler söylesin, yazılı reklamınız tek bir renk olsun, kamerayı tek bir noktaya kilitleyin ve bütün tv reklamınızı bir masa üstünde çekin.” demiştir. Reklama ne kadar az şey koyarsak daima o kadar çok iyi olur.Yazar Saki, “Peynirle bir kapan hazırladığınızda fare için her zaman bir yer bırakın.” demiştir.

Yazar bir reklam yazarken konuşmaktan çok yazmayı tercih etmemizi tavsiye etmiştir. Ayrıca, tanıdığı en iyi reklamcıların sessiz, ancak en çalışkan türde insanlar olduğunu onları asla orada burada oturup reklamlarından bahsederken görmediğini belirtmiştir. Bir reklamda görüntü ağırlıklı ise; başlık sadece tamamlayıcı nitelikte olmalıdır.

Winston Churchill, etkili  yazabilmenin 5 kuralını belirtmiştir:
-Güçlü başlayın.
-Tek bir temanız olsun.
-Basit bir dil kullanın.
-Dinleyicinin zihnine bir resim yerleştirin.
-Etkili bir şekilde bitirin, demiştir.


Yazar kitapta, yazdığımız metinin hazır olduğunda bunu yüksek sesle okumamızı önermiştir. Yüksek sesle okunduğunda yakışıksız yapılar ve sürekliliği bozan reklamın bizi ünlü yapacağını söylemiştir. Açık konuşmak gerekirse yazarın bu cümleyle ne anlatmak istediğini anlayamadım. Sonradan tv reklamları yapan insanların çoğunlukla en büyük parayı istediklerini okuyunca ne demek istediğini yavaş yavaş anlamaya başladım.

Kitapta ilgimi çeken bir bölüm;
Bu büyük bir iş midir, değilse nedir?
Bir ajansın yaratıcı bölümünde çalışan biri olarak vaktinizin çoğunu, ayaklarınızı masanın üzerine koyup bir reklam üzerinde düşünerek geçirirsiniz. Masanın diğer tarafında yine ayaklarını masanın üzerine koymuş olan iş ortağınız bulunmaktadır. Benim durumumdaysanız bu kişi bir sanat yönetmenidir ve sinema hakkında konuşmak istiyordur. Aslında gerçeği söylemek gerekirse kariyerinizin dörtte birini ayaklarınız masanın üzerinde sinemadan bahsederek geçirirsiniz. Artık sinemadan bahsedilmez bir noktaya gelinmiştir. Ve biraz çalışmamız gerekmektedir. Büyük ve beyaz bir sayfayla karşı karşıyasanız  ve sınırlı bir zaman içerisinde de onu yeterince ilginç şeylerle doldurmalısınız ki müşteri diğer 1600 reklam mesajı arasından (97 yılı itibariyle) sizinkini görüp hatırlasın.
Berbat fikirler üretmekten geri kalmayın. Bir şeyler yazabilmenin tek yolu ilk taslakları gerçekten saçma yazmaktır. İlk taslak kimsenin onu göremeyeceğini bilerek istediğiniz şeyi yazabileceğiniz, döküp saçabileceğiniz ve sonra şekillendirebileceğiniz çocuk taslağıdır. Siz sadece o çocuksu yanınızın her tür ses ve görüntünün sayfaya dökülmesine izin verin. Eğer karakterlerden biri: “ Eee, nolmuş bay düşük pantolon?” demek isterse, bırakın desin.

Reklam yapmak kadar doğru yönetmeni bulmakta önemlidir. Yönetmeni bulmak için kapsamlı bir araştırma yapmamızı önermiştir. Örneğin; komik bir reklam yapıyorsak en iyi komedyeni bulmamız gerekir.

Son olarak yazar vermiş olduğu öneriler dışında, reklamcılık mesleğine kendimizi kaptırıp çok çalışın demekle beraber, diğer şeylerden de yoksun kalmamamız konusunda okurlarını uyarmıştır.                                                                                          

30 Aralık 2011 Cuma

Bekliyorum Seni...

Pencerede bekliyorum seni.
Belki bir yerlerden çıkıp gelirsin gibi.
İçimde bir ses "Bekle." diyor.
Ve ben içimdeki sesi dinliyor,
Bekliyorum seni.
Bir an olsun ayırmıyorum gözlerimi yoldan.
Seni ilk gören ben olmak istiyorum.
Ve hala bekliyorum seni.
Yavaş yavaş karanlık bastırıyor sokağımı.
Issızlaşıyor etraf.
Ve ben yine bekliyorum seni.
Saat gece 12.00 oldu.
Pencereye yaslandım.
Gözlerim yolda.
Bekliyorum seni.
Ve sen gelmiyorsun.
Ve galiba bu sefer gelmemekle ısrarlısın...

ESRA ÖZYILMAZ

Bir Defterin Başı ve Sonu...

Bir defterin başı ve sonu.
Birimiz başı,
Birimiz sonu...
Başına ulaşmak kolay.
Sonuna ulaşmak ise bir hayli yorucu.
Çevir çevir sayfalar bitmiyor.
Sona ulaşılmıyor.
Sona ulaşmak için atlatılacak yüzlerce sayfa var.
Sayfaları bir bir koparsanız,
Defterin görüntüsü bozuluyor.
Defterin başı hep aynı yerinde,
Sona ulaşmayı bekliyor.
Defterin sonu ise hep son da.
Bir türlü defterin başına dönmek istemiyor.

ESRA ÖZYILMAZ

İSTANBUL...

En büyük aşklar, en büyük sevdalar,
En büyük umutlar, en büyük mutluluklar
Sende mi başlar? İSTANBUL...
Yoksa sende mi son bulur?
O en büyük aşklar, sevdalar, umutlar, mutluluklar.
Ya ilk bakış, ilk öpüş
İlk heyecan, ilk dokunuş
Sende mi başlar? İSTANBUL...
Peki ya;
Sende aşka tutulanlar,
Sende aşkı yaşayanlar,
Sende aşka düşenler.
Bilmezler mi İSTANBUL'UN büyüklüğüne yenilebileceklerini.
Şimdi kapa gözlerini İSTANBUL...
Düşün...
Sende başlayan aşkları, sende yaşanan sevdaları
Sende kurulan hayalleri, umutları...
Ve sende yaşanan ayrılıkları ve SONLARI...
Bir düşün İSTANBUL...

ESRA ÖZYILMAZ

HEY ANADOLU...

Hey Anadolu şimdi herkes yasta.
Her yer ağlayan annelerle dolu.
Şimdi binlerce feryat çınlar kulaklara;
"Oğlum oğlum oğlum"  diye.
Hey Anadolu, doymuş muydu  o ağlayan anneler kuzucuklarına.
Doymuş muydu bu Anadolu onlara.
Hey Anadolu, senin de acın büyük.
Askerlerin senin topraklarında son nefeslerini verdiler.
Senin için, bu vatan için canlarını feda ettiler.
Hey Anadolu şimdi sende ağlıyorsun.
Toprağa düşen kan damlaları için  sende gözyaşı döküyorsun.
Ne kadar yiğittir, cesurdur ki  senin mehmetçiklerin;
Düşman karşısında son nefeslerine kadar savaştılar.
Sen  o kadar kıymetlisin ki;
Uğrunda binlerce asker canlarını feda etti, hey Anadolu...
Şimdi  her yer çığlık her yer feryat.
Anadolu'da ağlıyor, ağlayan anneler gibi.
O da kaybetti mehmetçiklerini.
O da yasta şimdi.
O da uğurluyor askerlerini son yolculuklarına.
Ve şimdi susma sırası.
Sadece şehadetler konuşuyor binlerce ŞEHİDİNE...

ESRA ÖZYILMAZ

İSTANBUL'DA YAĞMUR...

Bu gece yağmurluydu İstanbul...
Yağdı döktü içini  gökyüzü;
Tüm şehre, tüm sokaklara, tüm caddelere.
Loş sokaklarda ıslattı yağmur bu gece;
El ele gezen çiftini, yaşlısını, gencini.
Ayrı bir hava kattı yağmur bu gece İSTANBUL'A,
Boğazına, kız kulesine, eşsiz manzarasına.
Tüm şehri bir kez daha hayran bıraktı.
Işıltısıyla, görkemiyle kendisini bir kez daha ispatladı.
Şehrin kimi çocukları sevinçle yağmuru izledi.
Kimi çılgınları da sırılsıklam olana kadar;
Yağmurun tadını çıkardı.
Şehrin aşıkları ise;
Şemsiyeleri altında heyecanla, mutlulukla, aşkla
İstanbul'un caddelerini, sokaklarını turladılar.
Ve kimi yazarlar da bu gece;
Kalemini eline alıp köşelerine çekildiler.
İstanbul'a düşen yağmur tanelerine;
Şiirler, hikayeler, romanlar, destanlar yazdılar.
Ve İstanbul yağmuruyla,
Bir kez daha aşık etti kendisini tüm şehre.
Ve belkide yepyeni hayatlar doğdu bu gece İSTANBUL'DA...

ESRA ÖZYILMAZ

29 Aralık 2011 Perşembe

Gözlerim...




Kelimeler düğümlendi boğazıma.
Göz pınarlarım doldu taştı.
Kirpiklerimin arasında damla damla yaşlar...
Fakat akmıyor.
Gökyüzünden akacak yağmurları bekliyor,
Bekliyor GÖZLERİM...
Az kaldı ağlamak yine çok yakınımda.
Ve bu gece tam da kirpiklerimin arasında.

ESRA ÖZYILMAZ

Gözyaşları...

Çok kolay yanar insanın canı.
Canını yakan ve kendisine acı veren şeyleri değiştirmek ister.
O anı hiç yaşamamış olmak ister.
Ama  değiştirme gibi bir güç yoktur elinde.
Acılarda yaşanmak için vardır.
Sonuna kadar yaşamalı insan acıları da.
Kendini dinlemeyi, tepkilerini ölçmeyi öğrenmeli insan.
Sonra içindekileri dökmeli.
Çığlık atmalı, etrafı dağıtmalı.
Ve daha sonra ağlamalı.
Ağlamalı insan, bağıra bağıra, utanmamalı.
Yorulana kadar akıtmalı GÖZYAŞLARINI...
Akıtmalı ki o içindekiler  gözyaşlarıyla akıp gitsin.

ESRA ÖZYILMAZ

Bir Sen Bir Ben Edemedik...

Bir kıpırtı yaratmadı kalbim kalbinde.
Bir sen bir ben edemedik.
Olmamışlar kefesine koydum kendimi.
Bakma!
Acıyor kelimesi anlamsız kalıyor.
Aldanma sakın seni unuturum, seni silerim deyişlerime.
Birikmiş gözyaşları aldı artık;
Göz kapaklarımı, sıcacık gülüşlerimi.
Bir varmış, bir yokmuş gibi başlayan masallar değildik biz,
Sen vardın ben yoktum.
Bir son vardı mutlu değildi.
Bir aşk vardı yarımdı,
Belki de hiç başlamamıştı.
Ve şimdi satırlarda yetmiyor,
Hisleri anlatmaya.
Ve şimdi yazmakta merhem olmuyor acıyan yaralara
Ve şimdi sende  iyi gelmiyorsun,
Eskisi gibi bana.
Ve  şimdi düşünüyorum NE BİR SEN varmış NE  de BİR BEN...

ESRA ÖZYILMAZ

Mevsimler...

Mevsimlerdir hayata renk veren.
Her mevsimin ayrı rengi vardır.
Ayrı ayrı renk katarlar yeryüzüne.
Dört mevsimi de ayrı ayrı renktir.
İlkbaharı ayrı bir güzeldir.
İlk hecesi gibi sanki ilkler yaşatır insana.
Sonbaharda etraf sarı sarı yapraklarla örtülüdür.
Öyle güzel manzaralar vardır ki bu mevsimde,
Yeryüzü eşsiz gibi gelir insana.
Bazen yeni aşklar  başlar,
Bazen aşklar biter.
Yazın ise her şey, her yer bambaşkadır.
Güneşiyle insanların içini, ruhunu aydınlatır.
Neşeyi, huzuru hepsini bir arada yaşatır.
Kışın ise bambaşka bir şehir gibidir.
Her yer, her şey bembeyazdır.
Bembeyaz örtü kaplar toprağın üzerini.
Bu mevsimde doğa tümüyle kendini içine çeker.
Kendimizle yüzleşme zamanı gelmiştir.
Herkes köşesine çekilir.
Ve kapağımızın açılıp duygularımızın ortaya koyulduğu mevsimdir.

ESRA ÖZYILMAZ

Bu Gece Ansızın...

Bu gece ansızın çalıverdi anılar kapıyı.
Gözlerim daldı geçmişe.
Geçmişteki hatıralarım canlanıverdi gözlerimde.
Çocukluğum geldi aklıma.
Annemin anlatığı masallar,
Babamın söylediği ninniler,
Yediğim kağıt helvalar, elma şekerler...
Oynadığım evcilik oyunları,
Okuduğum hikayeler,
İzlediğim çizgi filmler geldi aklıma.
Bu gece ansızın;
Büyük heyecanla parkta salıncak sırasına girip,
Sıra bana geldiğinde büyük mutlulukla salıncağa binip,
"Anne uçur beni" dediğim günler geldi aklıma.
Bu gece ansızın çocukluğuma özlem duyduğum geldi aklıma.
Bu  gece ansızın çocukluğuma geri dönmek,
Ve çocuk olmak istedim...

ESRA ÖZYILMAZ

Öyle Birden Unutulmuyor...

Öyle birden olmuyor.
Zor geliyor unutmak.
Acıda veriyor, canı da yakıyor.
Kalbe düşen bir acı bu,
Yere düşen bir yaprak gibi değil.
Savrulmuyor etrafa.
Yavaş yavaş, ağır ağır savruluyor;
Dökülmüyor bir anda.
Öyle birden de unutulmuyor...
Unutulmuyor işte...
Tam dilin ucuna geliyor,
Söz oluyor ama nefes bulamıyor, çıkamıyor.
İnsanın boğazı düğümleniyor...
Düğüm düğüm boğazında nefes aldırmıyor.
Bir anda çıkıp gitmiyor.
Yavaş yavaş, usul usul azalıyor...
Zaman geçtikçe tükeniyor.
Günler, aylar, yıllar geçtikçe  unutuluyor.
Öyle birden unutulmuyor...

ESRA ÖZYILMAZ

28 Aralık 2011 Çarşamba

Sen...

Gidecek bir yer yok.
Kaçacak bir yer yok.
Saklanacak bir yer yok.
Sığınacak bir liman bile yok.
Nereye gitsem SEN...
Nereye kaçsam SEN...
Gözlerimi kapasam yine SEN...
Sayfaları çevirsem yine SEN...
Kalemim bile o  kadar alışmış ki sana,
Yine sen yazıyor.
Vazgeçirmiyor hiçbir sebep, hiçbir acı,
Hiçbir hatıra seni.
Hep bir yerlerdesin.
Tam yok diyorum yine çıkıyorsun.
Ve yine tam karşımda hayalin.
Bu sefer seni çiziyorum boş sayfalara;
Gözlerini, ellerini, burnunu, ağzını.
Sana ait olanları çiziyorum.
Sadece çiziyorum...

ESRA ÖZYILMAZ

Kendin Olmalısın...

Herkes kendi hayatının kahramanıdır.
Sende, bende, o da, bu da, şu da.
Herkes kendinden sorumludur.
Herkes yaşamına kendisi yön verir.
İster bir eksik, ister bir fazla
Onun istediği sürece hayatında olursun.
Sen dimdik ayakta durabilmelisin.
Kendin olmalısın.
Gözyaşlarının yerini gülücükler almalı.
Acıya inat gülmelisin...
Gülmelisin ki sana yaptıklarından utanmalı herkes.
Sen sen olmalısın;
Daima dürüst, daima akıllı ve KENDİN...
Git dediklerinde geldiğin gibi
Gitmeyi de bilmelisin.
Fakat dön dediklerinde,
Ufacık bir tebessümle gülüp geçebilmelisin.
Acıya acıya, acıta acıta aşka yenilmemelisin.
Aşk sana yenilmeli, aşk kaybetmeli.
Bu sefer o ağlamalı kaybettiklerine.
Sende kazandıklarına sevinmelisin.
Ve gitmelisin.
Ve şimdi bende gidiyorum yol uzun.
Gittikçe keşfedilecek yeni yollar, yeni aşklar, yeni hayatlar var.
Geçmişe veda var.
Geleceğe ise UMUT, IŞIK...

ESRA ÖZYILMAZ

Gün Batıyor...

Gün batıyor bu kıyıda...
Etraf güneşin kızıllığına bürünmüş.
Tıpkı uçurumun kenarında yüze vuran rüzgar gibi;
Sen vuruyor kıyılara dalga dalga.
Ve ben birkaç satırlık cümle biriktirdim senin için.
Hayaller kurdum sonu üç noktayla biten.
Noktalar gibi uzasın istedim.
Hiç bitmesin istedim.
Bir karşı kıyıya baktım.
Çok uzaktı.
Yorgun düşmüş yüreğime ağır gelecekti.
Ağır gelecekti karşı kıyıya ulaşmak.
Ve ben yerimde kalmayı seçtim.
Şimdi sen ise uzaksın.
Tam da batan güneşin arkasında.
Güneş yavaş yavaş battıkça sende batıyorsun.
Yavaş yavaş bende kayboluyorsun...

ESRA ÖZYILMAZ